ADAM ARIYORUM ADAM
Milattan önce Atina sokaklarında gündüz vakti elinde fenerle gezen bir adama yani Diyojen’e sormuşlar: “Ne arıyorsun?” O da cevaben demiş: “Adam arıyorum, adam!”
Bir fıçıda yaşayan Diyojen aradığı adamı bulabilmiş midir? Zor! Haddizatında bu arayış hiçbir zaman da bitmemiştir. Nitelikli insanı da ahlak alt yapısı sağlam olarak iş yapan tam bir bürokrasiyi de bulmak her zaman ve sürekli olarak olamamıştır. Dünya bir elek ve imtihan alanı olmaktan bahisle her türden ve tipten insan, her zamanda bazen iyisi bazen de kötüsü çok olarak var olagelmiştir.
Peki, aramayalım mı? Elbette hayır! Aramak değil de ortamını oluşturup istenen vasıf ve olması gereken ahlakta nesiller yetiştirmek elimizde olsa gerektir. Her şeyi geçtim, birisine ol demektense kendin olmak daha yeğdir. Elzemdir. Eğitim sözle değil, fiilledir. Çocuk dile değil, ele bakar. Sen neysen, senden olan da o olur…
Geneli teşkil eden özeldir, ferttir. İnsan için en temel yer evidir, annedir. Dolayısıyla toplumu inşa eden ve toplumu oluşturan ferdin evsafını şekillendiren annedir. Annesinin “Hiçbir şartta yalan söylemeyeceksin” sözü Abdülkadir Geylani Hazretlerinin hayatını şekillendiren hususlardan biri olmuştur. Topluma zarar ve ziyan olan bir eşkıya çetesi, daha küçük yaşlarda onun, esasında annesinin kuvvetli telkininin tesiriyle tövbe etmiş, zarar ziyanı karşılamış ve topluma faydalı insanlar haline gelmişlerdir.
Liyakati konuştuğumuz yerde mutlaka aile ve anneyi konuşmamız gerekmektedir. Ki liyakatin toplumda karşılığını bulmasının en birinci yolu annenin konumu ve toplumdaki tesirinin, rolünün doğru tespitinden ve aile konusunda atılacak doğru adımlardan geçmektedir. Çocuğuna gerçekten vakit ayıran ve manevi telkinleri yapabilen anne…
Liyakat denilince söylenecek pek çok söz var elbette. Mesela uzay işleri ile uğraşan bir firmada çalışan çaycıya soruyor birisi: “Sen ne iş yapıyorsun?” O da cevap veriyor: “Biz uzaya mekik gönderiyoruz.” Bu adam bütünün parçası olabilmiş, bir bardak çayı bile toplam hedefin ciddiyetinde servis edebilmektedir. O çay olmasa o mekik gitmez…
Yahut bir sefere çıkacak olan fakat talebesi hasta olduğu için başka bir şeyhten talebesini isteyen bir zat-ı muhterem, yolda uzun bir sessizlikten sonra talebeye ismini sorar. O da falan oğlu filan der. Bir daha da soru sormaz. Döndüklerinde asıl şeyhi o zata talebesini nasıl bulduğunu sorduğunda, “İyi, hoş fakat biraz geveze” der. Her yerin ölçüsü farklı!
Kendisinden şikayetçi olan halkından meydandaki büyük havuza geceleyin herkesin bir kova süt dökmesini isteyen kral, gecenin sabahında bütün halkla beraber görür ki havuzun yarısından fazlası sudur. Halka döner der ki, ben sizin şikâyetiniz değil, işinizim. Ben, sizim.
Haydi fenerleri elimize alalım ve gündüz vakti adam aramaya çıkalım. Liyakat diye bağıralım. Kaht-ı rical kasideleri yazalım. Çözüm olacak mı? Zor!
Ama yapabileceğimiz bir şey var. Kendimizde olan beğenmediğimiz hallerimizi değiştirebiliriz. Biz işlerimizi düzgün yapmakla beraber, ehil olanlarla çalışabiliriz. İnsan israfından kaçınabiliriz. Bunu yapabiliriz.
Biliyoruz ki nefsini ıslah etmeyen başkasını edemez. Bunu daha da öğrenebiliriz…