NEYİ KAYBETTİĞİNİ HATIRLA!
1299’da kurulan Devlet-i Aliyye’nin -ilk padişahı Osman’ın kalbinden büyüyen- çınarı 1900’lü yılların ilk çeyreğinde dehşetli darbelerle sarsılmaya, gövdeye kurtlar gireli epey olsa da öldürücü darbelerin sesleri bu zamanda duyulmaya başlamıştı.
Devlet-i Aliyye’nin manevi kurucusu Şeyh Edebali’nin, “Nereden geldiğini unutma ki nereye gideceğini unutmayasın” nasihatine ittiba’la altı yüz sene adalet ve merhametle hüküm sürüp i’la-yı kelimetullahı vazife bilen Osmanlı, aldığı bu darbelerle beş yüz senedir devam ettirdiği bu vazifeden de olmak gibi bir durumla karşı karşıya kalmıştır.
Renklerin yeşilden sarı ve kahverengiye dönüp yaprakların tutunduğu daldan ayrıldığı sonbaharlar misal, o yılların sonbaharlarında Kur’an’ın okunmasından yazısına, müslümanın sarığından hayat tarzına her şey yara almış, Bediüzzaman Hazretlerinin “Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak” dediği gibi olmuş, coğrafyamızda İslam’a dair izler bir bir silinmeye çalışılmıştır; görünürde ekseriyetle de başarmışlardır.
Lakin, Bilge kral Aliye’nin ifadesiyle, “Bizi toprağa gömdüler ama tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.” Evet, Cenab-ı Hakk’ın Anadolu’da ihsan ettiği Risale-i Nur eserleri başta olarak hakikate tutunanların sayısı her gün artmış, çınar yeniden boy vermeye başlamıştır. En temelde Bediüzzaman Hazretlerinin ihsan-ı ilahi ile telif ettiği eserler ve onun etrafında teşkil ettiği cemaat sayesinde, yeni fakat fıtratımıza ters o dönemi isteyenlerin arzuları tam manasıyla gerçekleşmemiş, pamuk ipliğine bağlı olsa da irtibat devam etmiştir.
Mesela Kur’an hakikatleri ve yazısı hiç fasıla görmeden ve dinamik bir topluluk içinde dalga dalga her tarafa taşınarak korunmuştur. Sünnet-i Seniyye hayat tarzı olarak tutunacak dal olmuş, kılık kıyafetten yeme içmeye kadar titiz bir süreç yaşanmaya başlanmıştır. Hapishane başta olarak pek çok zorluklar olsa da inayet-i İlahi yar olmuş, Akif’in “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” ifadesiyle örtüşen bir diriliş hareketi her yöne uç vermiştir.
Bugün rahmetinin sıcağında hayat bulduğumuz Kur’an ve iman hakikatleri, işte o günlerdeki kopmama, zor da olsa bağı devam ettirme gayretlerinin neticesi olarak caridir. Bize düşen ise o günlerde yapılanları ve buna mukabil gösterilen çabaları unutmamakla gitmemiz gereken yere selametle ulaşmaktır.
Muallim Naci’ye atfedildiği şekliyle “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür”. Unutmanın nimet tarafları da olmakla birlikte, bazı şeylerin unutulmaması, unutulmuşsa da hatırlanması gerekir. Yoksa insan, bulutun içine girip yön duygusunu kaybeden paraşütçü gibi, istikametini kaybeder ve perişan olur. Maddi-manevi hayatı söner. Nasıl ki doğru için “iki nokta arasındaki en kısa çizgidir” denir ve iki referans noktasıyla ifade edilirse, insanın istikametini belirleyen iki tarafın birinde tövbe ve istiğfar, diğer tarafında dua ve tevekkül vardır. Referansı kaybolanın kendisi de kaybolur.
Bundan bahisle biz de bu ay “Neyi Kaybettiğini Hatırla” diyerek farkındalığımızı tahrik etmek, unuttuklarımızı hatırlatmak istedik. Günümüzden geçmişe, tarihimizden bugünümüze bakmaya çalıştık. İstifadeye medar olması niyazıyla, dergi sizlere emanet.